...
Show More
Bundan yaklaşık bir yıl önce elime aldım Alef'i ve ilk öyküleri okudum. Ama Borges içine girilmesi, anlaşılması çok zor bir dünya yaratmıştı. Bir hikâyenin içinde anlamadığım ve hikâyenin hiçbir yerinde açıklanmayan onlarca gönderme, referans oluyordu ve bazen bunlar hikâyenin meramını anlamamı engelliyordu. Sinirlendim ve Borges'i anlaşılmayacak bir şeyler yazdığı için kibirli buldum.
Üstünden aylar geçti ve ben kitaba hiç dokunmadım. Sonra geçenlerde aklıma düştü ve Borges'le olan içimdeki tartışmanın mutlak galibi olmanın rahatlığıyla yine sinirli sinirli söylendim. Ama geçen zaman içinde içimdeki Borges de boş durmamış olacak ki, "Belki Borges sen anla diye yazmıyordur, kendi bilgi birikimine eş seviyedeki insanlar için yazıyordur, neden kendinden cahiller için normalde yazacağından daha basit yazsın ki?" dedi.
"Borges'in işi okumak ve yazmaktı, okurunun onun seviyesinde olmasını şart koşması kibir değil mi?" dedim içimdeki Borges'e.
"Şart koşmuyor ki, sen birkaç şeyi anlamamaktan korktuğun için o kitabı eline almayacak kadar kibirlisin sadece," dedi. "Bazı şeyleri anlamaman çok doğal, o hikâyelerde anlayabileceğin, keyif alabileceğin şeyler de var."
İkna ediciydi ve ben de tekrar okumaya başladım. Yine arada sırada "Acaba neden bahsediyor, nereden alıntılıyor, neye gönderme yapıyor?" dediğim olsa da bunun -mecburiyetten belki de, o kadar da önemli olmadığı sonucuna vardım. Borges'in hikâyeleri bundan ibaret değildi.
Ve tuhaf bir şekilde Borges'in hikâyelerini samimi bulmaya başladım. Olaylara getirdiği farklı bakış açılarını sevdim. Cesaretini gördüm. Zekâsını, yaratıcılığını gördüm. Borges'in samimiyetine inanmayı tercih etmeden Borges'in kabiliyetini kavrayamayacağımızı düşünüyorum.
Üstünden aylar geçti ve ben kitaba hiç dokunmadım. Sonra geçenlerde aklıma düştü ve Borges'le olan içimdeki tartışmanın mutlak galibi olmanın rahatlığıyla yine sinirli sinirli söylendim. Ama geçen zaman içinde içimdeki Borges de boş durmamış olacak ki, "Belki Borges sen anla diye yazmıyordur, kendi bilgi birikimine eş seviyedeki insanlar için yazıyordur, neden kendinden cahiller için normalde yazacağından daha basit yazsın ki?" dedi.
"Borges'in işi okumak ve yazmaktı, okurunun onun seviyesinde olmasını şart koşması kibir değil mi?" dedim içimdeki Borges'e.
"Şart koşmuyor ki, sen birkaç şeyi anlamamaktan korktuğun için o kitabı eline almayacak kadar kibirlisin sadece," dedi. "Bazı şeyleri anlamaman çok doğal, o hikâyelerde anlayabileceğin, keyif alabileceğin şeyler de var."
İkna ediciydi ve ben de tekrar okumaya başladım. Yine arada sırada "Acaba neden bahsediyor, nereden alıntılıyor, neye gönderme yapıyor?" dediğim olsa da bunun -mecburiyetten belki de, o kadar da önemli olmadığı sonucuna vardım. Borges'in hikâyeleri bundan ibaret değildi.
Ve tuhaf bir şekilde Borges'in hikâyelerini samimi bulmaya başladım. Olaylara getirdiği farklı bakış açılarını sevdim. Cesaretini gördüm. Zekâsını, yaratıcılığını gördüm. Borges'in samimiyetine inanmayı tercih etmeden Borges'in kabiliyetini kavrayamayacağımızı düşünüyorum.