...
Show More
Her ne kadar ‘deneme’ dese de, kitabın işsiz bir blog kullanıcısı tarafından yazılmış uzun bir ‘denenmiş’ yazı olduğu hissini, okurken üzerimden atamadığım gibi ‘Koku’ gibi bir kitabı da aynı kişinin yazdığına inanamıyorum, gerçi kitabı okumamış ancak filmine hayran olsam da, ki kurgusal farklılık yok baktığım kadarıyla.
Konunun geliş kısmında, bahsi geçen Sokrates, Platon gibi düşünürleri, devamında Baudelaire, Goethe, Wild, Mozart (eğer eseri yanlış araştırmamışsam), Novalis, Kleist gibi sanatçıları temalar üzerinde örneklendirdiğinde, iyi veya kötü yönde ‘yorum’u var. Netine net bir araştırma, tezvari bir şey beklemiyorum elbette bu tarz kitapları gördüğümde ancak denemeden beklentim de böyle 'şımarık' değil, içerik olarak.
Adamın aşk ve ölüm, aşkın ölümü ve ölüm aşkı veya herhangi başka bir kombinasyonuna karşı düşündüğü neredeyse her şeye zıttım. Aşkın ilahi yani erdemli veya bilgelik, bir de ciddi olanında kanaati var gibi. Ancak beni çileden çıkaran nokta şu oldu: bir yazarın ait olduğu toplumun dini ögeleriyle alaycı olmasını aşırıya kaçmadığı sürece mazur görebilirim (çünkü geneli öyle :D), burada da aynı durum vardı ancak bnm olayım bu değil; Süskind, İsa'dan bahsederken (Lazarus’un dirilişi) ondan -anlaşılabilir olan iktidar düşkünü demesinin yanında- böyle pislik herifin teki gibi anlatıyor, İncil’den aktarırken dalga geçiyor, İsa’nın ‘propaganda’sı ve kötücül istismarından bahsediyor. Üstelik karşılaştırma yaptığı mit ozanı Orpheus’u da göklere, ta olimposun arşına kadar yüceltirken. E sevgili Süskind, sen İsa'yı veya Orpheus’u (veya yazarları) bana böyle öznel aktararak senin yaptığın ne?
İster blogger olsun ister araştırmacı, ister yazar, ‘yazan’ kişiden net tarafsızlık beklemesem de bir propaganda hissiyatı uyandırmasın, işin içine “yorum” katmasın isterim, araştırdığı şeyin elemanlarına yönelik, hele ki bu kitap gibi bir ‘tez konusu’ misali ise (eğer kitap salt veya dolaylı yoldan eleştiri, kara mizah, felsefik vesaire gibi bir eser değilse ya da işte bilmem ne imgesi üzerinden din ve falancayı irdelemiyorsa fln fln). Süskind resmen bir yerden sonra kendi kendinin gazına gelip verip veriştirmiş. Ve bu bir İsa'dan değil. Böyle olmaması gerekir, olması gereken, ikisinin de minimum subjektiflikle, bahsini etmeye çalıştığı aşk ve ölüm çizgisinde irdelenme yalnızca.
Ayrıca Lazarus’un diriltilmesinde aşk nerede, göremedim ben?
Bir diğer konu örneklerin eksikliği, yani mitte Eros’u kullanmasını anlıyorum da Afrodit’e, Hermaphrodite’e ne oldu, onlar da aşkla ilişkili birebir. Öte yandan neden sadece iki-üç düşünür var. Çerçeveye uzaktan baktın, antik yunan ve daha da eskisi yunan mitinden başlarken en çok Almanya’da takılıp şöyle de bi Avrupa turu yapıyoruz, Doğu’yu ben bizzat es geçtim zaten. Madem öyle, sadece Yunan düşünür ve yazarlardan yola çıkılarak oluşturulabilirdi.
En başta verdiği üç örnek çiftin de saçmalığı, giriş için saçmalığı daha doğrusu. Ki bu örnekler, konunun ötekisi olan ‘ölüm’e bağlanmamıştı bile, kitabın sonuna dahi iliştirilmemişti. Mesela burada, çiftlere ve aşklarına yönelik kendi düşüncelerini son derece makul ve kabul edilebilir buluyorum çünkü kendi deneyimi.
Bir takım istatistiki verilere dayandır demiyorum, ama bir şey anlatıyor tarihten misal (le petita mort), sen buna kalkıp ‘... gibi bir zırva’ diyorsan, mutlak doğruya inanmayan ben onun mutlaklığını isterim senden; kime göre, neye göre? Eğer bana bunu verseydi, verdiklerine kani olayım olmayım, bunun dayandırıldığı yerin ‘sen olmadığı’nı bilirdim.
Şimdi kalkıp Platon’unki, Goethe'ininki de kendi fikri diyecekler vardır, elbette öyle, ancak kitabı yazan kişi örneklerinden sonra kendi mantık, gözlem, tecrübe, fikir, analiz, deney veya örneklem varsayımlarını aktarabilir, ya da tüm bu prosedürlerini bana aktararak yazarsan, o anlattığın, örneklediğinin üzerine yaptığın ‘kişisel yorum’dan çıkar; üslub çok önemli. Ha felsefe veya deney yapıyorsan, iş başka, Yunan mitine girmeye ne gerek var? Sonuç çıkartmıyorsan, diyalektik kurmuyorsan, olguyu eleştiriyorsan, bana ne senin ne düşündüğünden.
Şimdi öznele inelim istiyorum çünkü:
Girişte, “Neden insanlık tarihinde meme, vajina ve fallus kültü vardır da, dışkı kültü yoktur?” (sf.12) demiş, ben de aklıma gelen ilk isimle ‘Bukowski var?’ demiştim (çoğaltılabilir). İşin güzel yani yorumu yazdıktan sonra, not aldığım ‘bahsi geçen kitaplar’a bakarken buraya tekrar denk geldim ve ‘dur lan’ deyip “dışkı kültü” diye arattım google’da. Karşıma bir inceleme çıktı, üstelik Türk (!); Ahmet Sarı’nın kısa bir inceleme kitabı var: “Alman Edebiyatında Dışkı Kültü”. Muazzam.
Ve devam ediyorum buradan hareketle.
Hemen bir sonraki sayfada diyor ki:
“Çok özel bir şey olduğuna inandığımız aşkı tartışmak istediğimizde, birisinin bize aşkın sindirim sistemine olduğu kadar meddücezre de hükmeden evrensel bir temel ilkeyi temsil ettiğini söylemesi pek işimize yaramaz. Ölümün, amiplerden tutun da Pegasus takımyıldızındaki bir kara deliğe kadar etki eden termodinamik bir olgu olduğunu söylemekle aynı kapıya çıkar bu - kaldı ki bununla da hiçbir şey söylemiş olmaz. Aşkın da fiziksel ve kimyasal, mekanik ve vejetatif veçheleri vardır elbette-…” (sf.13)
Aldığım not şu: ‘Ama bu yönüyle kullanılanlar melankolik tınıda metafizik şiir ortaya çıkıyor?’ olmuş. Gerçekten, o halde metafizikçi, avangard radikal romantikçi vd. edebiyatların hepsi ölsün zaten.
‘Bahsi geçen yazarlar’dan bir örnek: Kleist.
“Kleist, intiharı aklına koymuşken kaleme aldığı son mektuplarında yaşama sevinci ve şehvani duygularla dolup taşmaktadır adeta. Aylardır, kendisiyle birlikte ölmeyi göze alacak bir kadın arayışındadır. Nihayetinde, coşkuyla bu rolü üstlenecek kadar hasta, depresif ve aptal bir kadın bulmuştur; önemsiz bir memurun karısıdır -kadının yaşamının, silahla vurularak zirve yapacak kadar vasat, kederli, frijit ve dini yanılsamalarla dolu olduğunu düşünmek bile istemeyiz!” (sf.37)
Kaba tabiriyle adam Kleist’e bok atıyor, okumuş fln beğenmemiş resmen adamın hayatını, aşkını, bak hayat felsefesini değil, onu da bize aktarmaya çalışıyor, höh! Yani hiç kimse, bana bunun bir ‘edebiyatçı’ tarafından yazılmış ‘deneme’de olabileceğini kabul ettiremez.
Konusu açılmışken aşk için kendini öldürenler adına (Genç Werther'in Acıları, Anna Karenina, Madam Bovary, Effi Briest):
“…onları anlayabiliriz… Ama bu duygudaş anlayışımızın son bulduğu, ilgimizin solduğu ve yerini açık bir tiksinmeye bıraktığı bir nokta da vardır: O nokta… aşkın en yüce ve en saf biçimini, yani tam ifasını ölümde bulduğu andır.” (sf.35, 36) ifadesi var.
İsteyene de diğer hepsi için de böyle alıntılar verebilirim.
Yazar için bu saydıklarımın hepsi ‘öznel’ bir yorum, soyut da olsa nesnel hiçbir dayanak yok burada. Bir şeyi ‘yaşamadan’ da yorumlayabilirsin, yorumlamalısın, ancak işin içine kendi fikrini sokmayacaksın. Her savın başına ‘bence’ ekleseniz hiçbir şey kaybetmez veya kazanmazsınız. ‘Bence’ burada ‘gizli zarf’…
Yani ne bir çerçeve, ne bir yol, ne de bir objektiflik var. Dağınık, ilişkisiz ve yetersiz. Profesyonellik mesele değil. İnceleme, tez, makale ve adını bilmediğim diğer ‘ciddili’ yazım teknikleri beklemedim.
Ve lütfen, ‘İsa’yla dalga geçti, sevdiğim yazarlara gömdü, kafalar uyuşmuyor’ diye sevmedim gibi bir eblehliğe düşmeyin, yeterince iyi izah ettiğimi düşünüyorum.
Denemenin denemesini yazdım. Ya da sadece çelişiyorumdur belki. Belki şöyle bir dönüp bakınca, bu yorumun da başına ‘bence’ getirebiliriz.
Getirebilir miyiz?
Seni hep Koku’n ile bilmek isterdim Süskind
esenlikle
iko