Evime, yuvama, Japon edebiyatına dönüyorum. Kısa bir ara vermek için edebiyatın en nezaket sahibi, en incelikli seslerinden birine uğruyorum: Sayın Yasunari Kavabata'ya...
Elbette ben 'Go Ustası'nı, Türkçede ilk kez basılan 1992 tarihli Remzi Kitap baskısından okumuştum. Fakat o ikinci dilden çeviriydi ve o dönemki birçok Japonca eser gibi kötü çeviri kurbanıydı. O yüzden Can Yayınları Kavabata külliyatını yayımlamaya başladığından beri orijinal dilinden çevrilen kitapları heyecanla bekliyordum, kavuşmuştuk ve bir süredir bakışıyorduk, nihayet okuyabildim.
Kavabata'nın 1968 Nobel Edebiyat Ödülü'nü alması Batı'nın gözlerinin ada ülkesine dönmesini sağladı. Nobel'e dair, Mişima'nın adının anıldığı fiskoslardan Kavabata'nın çıkması hala devam eden bazı spekülasyonların önünü açsa da komite ödülü "Japon zihninin özünü büyük duyarlılıkla ifade eden anlatı ustalığı için" gibi bir cümleyle Kavabata'ya takdim etti. Mişima'nın coşkun, fanatik, tutkulu, kavgalı sesine karşı; Kavabata'nın sessiz, içedönük, imgesel, zen ahengindeki sesini ödüllendirmeyi seçti. Böylelikle bir yandan da dünyanın Japon edebiyatına bakışına dair önemli bir yön verildi. Bu meseleler bitmez, o yüzden gelelim 'Go Ustası'na!
'Go Ustası' Kavabata'nın görece daha az bilinen bir eseri aslında. Zira ilk dönemde Batılı dillere ilk çevrilen kitapları 'İzu Dansözü', 'Karlar Ülkesi', 'Kiraz Çiçekleri' ve 'Bin Beyaz Turna' isimli kitapları olmuştu. Bunun temel sebebi, bu eserin son derece zor idrak edilecek bir meseleyi, Batılı bakışın kavramlara asla yaklaşamayacağı bir Japonlukla ele alıyor olması.
Kitap 1938 senesinde oynanan ve altı ay süren bir go turnuvasına odaklanıyor. Bu aslında yarı kurmaca bir eser, zira böyle bir maç gerçekten de yapılıyor tarihte. Usta Honinbo Shusai ile Otake isimli görece daha düşük seviyedeki bir oyuncunun tarihe kazınan maçına odaklanan Kavabata, bu maç nezdinde kendi gerçek gözlemlerine başvurduğu ölçüde, olayla ilgili kişisel görüşlerine de anlatı içerisinde yer veriyor. Bazı ayrıntıları kendince değiştiyor. Otake isimli oyuncunun gerçekte Minoru Kitani olması, do hamle sayılarının ve mekanlarının romandakinden farklı olması gibi. Elbette romanda Kavabata bir oyun tanıklıklığından fazlasını yapıyor. Zira yaşlı ve ölümün kıyısındaki Usta ile genç ve hırslı Otake'nin projeksiyonunda bir dualiteler karmaşası ortaya koyuyor. Tıpkı go oyununun doğasında olduğu gibi, siyah-beyaz, yaşlı-genç, geleneksel-modern, tarihsel-güncel olanın çatışmasını gösteriyor. Tanizaki'nin eserlerindeki modernleşme yozlaşması ya da Soseki'nin romanlarındaki sancılı dönüşümün fonda izlenmesi gibi açık ve renkli bir şekilde resmetmiyor Kavata; çok daha örtük ve küçük nüanslar üzerinden aktarmayı tercih ediyor. Zira onun insan kazısında Proustvari bir ayrıntıcılık var. İnsanın dürtülerine ve toplum tarafından belirlenen, sadece içinde yaşadığımız anın tarihselliğinde anlamlandırabileceğimiz motifleri işleyerek edebiyatını icra ediyor. Bu yüzden bize daha çok karakterlerin iç dünyasını göstermeyi tercih ediyor. Yargılmadan, ahlaksal bir çıkarım yapmadan yapıyor bunu da. Kavabata'nın eseri yazdığı yıllarda Japonya'nın içinde bulunduğu durum da son derece önemli. Zira ülkenin tarihini değiştirecek savaşın izlerini romanda direkt göremesek de, Usta'nın adım adım yürüdüğü epik kaybedişini tarihsel bir okuma olarak da ele almak mümkün. Diğer yandan go oyunu aracılığıyla Japon toplumunun benzersiz düşünme şekli ve yaklaşımı okuyanlara aktarılıyor.
Japon edebiyatı denilince akla ilk gelen isimlerden biri olan Kavabata, hayatıyla da son derece ilginç bir portre çizmeyi başarıyor. Gizemlerle dolu bir hayatı oluyor. Kavabata gibi kendi hayatlarına son veren Mişima, Dazai, Akutagava'da olduğu üzere. Diğerlerinin eserlerinde hazin sonları çok parlak şekilde okunabilecek, ipuçlarının izi sürülebilecekken Kavabata'nın edebiyatı buna geçit vermiyor. Yazınında hayatını sonlandırmasına dair bağıran doneler bulmak mümkün değil. Bu da benim her zaman ilgimi çeken başka bir özelliği olmuştur.
Çevirmen Habibe Salğar ismi ile ilk kez karşılaştım. Çevirmen kendini Japonca alanına vermiş bir akademisyen ve ben eski baskı ile karşılaştırmalı baktığımda çevirinin altından çok güzel kalktığını düşünüyorum. Umarım devamı gelir.
Can Yayınları'na bir kalp bırakmayı ihmal edemiyorum:)