Community Reviews

Rating(4 / 5.0, 100 votes)
5 stars
33(33%)
4 stars
29(29%)
3 stars
38(38%)
2 stars
0(0%)
1 stars
0(0%)
100 reviews
March 26,2025
... Show More
"Ghompal 'Hindistan'da bir söz vardır' diye başladı insanı yıkan öykülerinden birine. Her duruma uygun bir öyküsü vardı Ghompal'ın. Korkunç hoşlanıyordum onlardan; kolay, kendi kendini açıklayan çözümlerdi, zararsız bir örtüye bürünmüş küçük gerçek hapları gibiydiler."
"Eğilimlerini boğmakta direnirsen, sonunda bir balgam parçacı olursun. Sonunda seni tıkayan parçayı tükürürsün, ancak yıllar sonra anlarsın bunun balgam değil de kendi öz benliğin olduğunu."

"Kesinlikle inanmadığım bir başka şey de çalışmak. Daha yaşamın eşiğinden beri, bir işte çalışmak ahmaklara vergi bir şeymiş gibi gelirdi bana. Yaratmanın tam karşıtıdır: Bir oyundur yaratma, kendinden başka bir raison d'etre'i olmadığı için de yaşamın en büyük yöneltici gücüdür. Tanrının, evreni kendine iş çıksın diye yarattığını söyleyen oldu mu hiç? Akıl-fikirle hiç ilgisi olmayan bir dizi koşul yüzünden ben de öbürlerine benzedim -köle oldum."

"Toplumun bir üyesi olmayı bıraktığım, kendim olduğum zaman gerçekten işe yarar birşeyler almaya başlayacaktır dünya benden. Devlet, ulus, dünyanın birleşen lusları, dedelerinin yanlışlarını tekrarlayıp duran birşeyler yığını yalnızca."

"Şimdiye kadar okuduğum bir tutam kitaptan gözlemlediğime göre, yaşamın iyice içinde olan kişiler, yaşamın ta kendisi olan kişiler, az yiyorlar, az uyuyorlar, ya pek az şeyleri oluyor, ya hiç bir şeyleri olmuyor. Görevmiş, hısım akrabalığın sürdürülmesiymiş, devletin korunmasıymış, böyle boş kavramlar yok kafalarında. Gerçekle ilgileniyorlar, yalnızca bir tek eylem tanıyorlar: Yaratmak. Yaptıkları işte kendilerine buyuranlar yok, çünkü yalnızca kendi verdikleri sözü yerine getiriyorlar. Tek gerçek verme yolu o olduğu için karşılık beklemeden veriyorlar. Çekici bulduğum yaşayış bu işte: bir anlamı var, dosdoğru bir anlamı. Yaşamın kendisi bu işte -çevremdekilerin taptıkları yanlış görüntüler değil."

"Ruhun yeri, dışdünya ile içdünyanın birbirine dokunduğu noktadadır. Çünkü kimse, yalnız kendi oluyorsa aynı zamanda başkası da değilse kendini bilemez."

"Sevdiklerimle yakınlarıma acı vermeyi içeriyordu özgürleşmem."

"İnsanlar, dahinin sonu için endişe duyarlar her zaman. Ben hiç endişelenmedim dahi için: Deha, insandaki dehayi gözetir. Duyduğum endişe, bir hiç olan insan içindi hep. İtiş kakış arasinda yitip gitmiş, varlığı bile fark edilmeyecek kadar sıradan, her yerde görülen insanlar içindi... Dahi için en önemli şey, kendini işe yaramaz kılmaktır. Herkesin katıldığı akıntıya karışmak; bir ucube değil, bir balık olmaktır."

"Yazmak eyleminin bana sağlayacağı tek yararın, beni öbür insanlardan ayıran şeyleri ortadan kaldırmak olduğu sonucuna vardım. Yabancı bir nesne, yaşamın akıntısından ayrı; onun dışında kalan bir nesne olmak istemiyordum kesinlikle."

"Yazmak, diye düşünüyorum, iradeden yoksun bir eylem olmalı. söylenecek şey, derin okyanus akıntısı gibi kendiliğinden akıp çıkmalıdır yüze. Yanlış yaşamın biriktirdiği zehiri atmak için yazar insan. Masumluğunu yeniden elde etmeyeçalışır, oysa (yazarak) yapmayı başarabildiği tek şey, dünyayı kendi yanılgısının virüsüne karşı aşılamaktır. Hiç kimse kağıt üstüne tek sözcük dökmezdi, inandığı şeyi yaşamaya cesareti olsaydı. Daha kaynağındayken sapıyor esini. Yaratmak istediği, bir gerçeklik, güzellik ve büyü dünyasıysa niçin milyonlarca sözcük koyuyor bu dünyanın gerçeğiyle kendisi arasına? Öbür insanlar gibi üne, kuvvete ve başarıya kavuşmak için değilse, niçin erteliyor eyleme geçmeyi? 'Kitaplar insanoğlunun ölmüş eylemleridir' demiş Balzac. Gene de gerçeği görmüş olmasına karşılık, kendisini elde eden şeytana bile bile teslim etti meleği."
March 26,2025
... Show More
a large number of pages filled with spiralling thoughts that lead to scenes of dialogue, then back into his head in a completely chaotic way. so fucked up yet completely self-aware. curious, obscene, pornographic and philosophical too. took me years to read this but fucking loved it.
March 26,2025
... Show More
Melese'ye yıllar önce Henry Miller ve Marcel Proust üzerine yazmıştım:

HATIRLAYIŞIN İKİ BÜYÜK ROMANCISI: MİLLER VE PROUST
Zamanın bambaşka biçimlerde zamansızlaştığı iki yazar: Henry Miller ve Marcel Proust. Henry Miller, devinim insanıdır. Bütün bedeniyle, teriyle, kanıyla yaşar. Onu okurken hayatın soluk alışını, öfkeyi, bedensel hazları, tutkuyu, içgüdüyü hissederiz. “Dünyanın göbeğindeki taşın üzerine bir dünya inşa etmeye” çalışır Miller, “çarmıha çakılmış soyut bir fikrin üzerine değil”1. Onun anımsaması daima bedeni üzerindendir. Öte yandan Proust, salt zihindir. Terlediğinde, soluk soluğa kaldığında panikler. Dünya ile arasına gerdiği kalın perdelerin ardında yaşamı iç dünyasına taşır ve orada yeniden kurar. Proust’un bedensel sağlığının iyi olmamasının büyük bir payı vardır bunda kuşkusuz.
Miller içine doğduğu toplumu sevmez. Onun her bir unsurunu reddeder: ABD toplumunun ve bütün modern toplumların tapındığı çalışmayı ahmaklara göre bir eylem olarak görür. Toplumun başarı kavramından, kahramanlıklardan nefret eder. Güç tutkusuyla yanan bir ülkede, başkası üzerinde hissettiği gücü görünce bundan utanç duyar. Tabulara hiç aldırmaz. Seksus’ta bir baba figürü olarak ortaya çıktığında bundan sıkıldığını, toplumun dayattığı bu rolü oynarken bıkkınlık hissettiğini fark ederiz. Bütünleşmeyi değil dağılmayı, uzaklaşmayı, içinde bulunduğu bünyeden ayrılmayı ister. “Aslında gizli gizli istediğim, yaşama düzenime karışıp, kaderimi kendi kaderinin bir parçası yapan bütün öbür yaşamlardan çözüp kurtarmaktı kendimi” der.2 Miller toplumsal kabullerin adamı değildir, toplum denilen yapının uçlarında yaşamayı sever. Bu yüzden kopup Paris’e gider, cebinde çok az parası vardır, işsizdir ama sokaklar onundur ve bütün enerjisini yaşamaya harcar.
Miller’ın anlattıkları o kadar gerçek, o kadar sansürsüzdür ki yazdıklarını uzun yıllar yayımlatamaz. Yaşamın ta kendisini sansürleyen toplumsal hayatın, insani olan her şeyin böylesine güçlü ve çıplak dile getirilmesini “görmezden gelemeyeceği” muhakkaktır. Yazıda da yaşamda da cesurdur Miller ve yaşayıp anlatacak çok şeyi vardır. “Yaşantımı hem daha kolay hem de daha gerçek olduğu için yazdım. Çünkü yaşantım, hayal edebileceğim her şeyden daha gerçek ve benim açımdan önemli olduğu için, hayal ürünü kişiler ve olaylar aramaya gerek duymadım”3 diyen Miller’ı okurken onun yaşam karşısındaki cüretkârlığını her an hissederiz.
Oysa Proust, içine doğduğu aristokrasiyi benimser, ondan keyif alır, onun bir parçasıdır ve değiştirmeyi düşünmez, istemez. M. de Charlus, Swan, Saint Loup, Mme de Guermentes, Mme Verdurin, Mme Bontems hep onun insanlarıdır. Proust sokaklarda yaşayabilecek biri değildir. Öyle ki tek bir gün bile dayanamazdı sokaklara. Çünkü Miller bedense Proust zihindir. Onu besleyen, yaşamın çamuruna bulanmak değil izlemektir, gözlemektir; ruhunun karanlık odalarında hayatın fotoğrafını yeniden oluşturmaktır. Proust dıştan içe doğru yayılan bir dünya yaratır, oysa Miller’ın dünyası içten dışa doğru yayılır. Bu anlamda Miller kendini hayata dayatır ama Proust dış dünyayı kendi içinde yeniden düzenler, yeniden kurar, onu kendi dünyası haline dönüştürür. Balbec’e gidişlerinde kaldığı otel odasının değişmesinin Proust üzerinde yarattığı sarsıcı etki bu yüzdendir. Çünkü bu odadaki her bir nesneyle tanışmalı, onları ruhunun bir parçası haline getirmelidir. Hiçbir değişimi kolaylıkla benimseyemez. Değişim, onun ruhunun yapıtaşlarının yerinden sökülmesi ve Proust’un onları tek tek yeniden dizmek zorunda kalması demektir. Bu yüzden aristokrasi onun yaşayabileceği tek biçimdir. Aristokrasi’de bir sabitleme, değişime direnme, her şeyin ve herkesin yerinin daha doğuştan belli olduğu bir düzen vardır. Oysa Miller, hiçbir şey inşa etmeyi sevmez, bir şeylerin inşa edildiğini hissettiğinde oradan kaçmak, uzaklaşmak ister. “Sokaklardı benim sığınağım. Sokakların cazibesini anlamak için onlara sığınmak zorunda kalmalı insan; esintiyle bir oraya bir buraya sürüklenen bir saman çöpü gibi hissetmeli kendini.”4
Miller ve Proust’ta hatırlama süreçleri farklı işler. Proust aslında hatırlamaz, yeniden yaratır. Madlenin tadıyla, M. De Charlus’ün yüzünde beliren bir mimikle, Albertine’in sesindeki bir ton değişimiyle geçmişin bir anını zihni yeniden yaratır, hatta o anın hazzını yalnızca zihninde değil bütün bedeninde yeniden yaratır. Bir bakıma Proust’ta zaman zihinden bedene doğru bir yayılma gösterir ama Miller’ın zamanı anımsayışı daha fizikseldir. Miller’ın hatırlayışı daima bedenin devinimiyle, olaylarla ilişkilidir. Yakalanan Zaman’da, “Beden için sağlıklı tek şey mutluluktur, ama zihni güçlendirip geliştiren kederdir” diyor Proust.5 Her iki yazarın hayat öyküsüyle desteklenen bir tezdir bu. Miller 89 yaşında, Proust ise 51 yaşında ölmüştür. Miller bedenini hazla, mutlulukla beslemiş; Proust aradığı kederi hayattan fazlasıyla edinmiştir.
“Hayatımın tek bir saati yoktur ki, bana kaba ve yanlış algılamanın her şeyi nesneye yüklediğini, aslında her şeyin aksine, zihinde olduğunu öğretmiş olmasın”6 diyen Proust’un yaşadığı yer dış dünya değil zihnidir aslında. Çünkü Proust, geçmişi olgular üzerinden değil, kendisinin olgulara kattığı anlam üzerinden hatırlamaktadır. Çünkü “İnsanlar bizim unutuşumuza bağlı olarak gelişirler” ve Proust’a göre “insanları değiştiren zaman, onların içimizdeki sakladığımız suretlerini değiştirmez”. Proust, dış dünyayı kendi ruhunda yeniden yoğurmuş ve onunla ilgili değişmez, sonsuz izlenimler edinmiştir. Bir bakıma o, hayatı zihninde sabitlemiştir. Bu nedenle Proust geçmişte duyduğu hazzı yeniden yaşamak için o hazzı anımsamakla yetinemez, o hazzın bütün unsurlarını zihninde yeniden yaratmak zorundadır. Oysa Miller için “cinsellik, dirimsellik içermiyorsa eylem de yoktur”.7
Proust’un sözcükleri, zihin dünyamızın derinliklerine inen merdiven basamakları gibidir. Gittikçe karanlıklaşan bu dünyada, Proust’un önümüze tuttuğu fenerle yaklaştığımız şey kendimizden başkası değildir. Yaşamın içinde koşturan birinin asla görmeye fırsat bulamayacağı türde bir dünyayla yüz yüze getirir bizi. Swan’ın Odette’e duyduğu aşkta, Albertine’in yaşadığı mahpuslukta ve öldükten sonra Proust’un içinde yeniden dirilişinde, Balbec’teki otel odasında ve çan kulesinde bambaşka bir duyarlığın içine doğru çeker bizi. Bizi davet ettiği şey bildiğimiz türden bir hatırlayış değil, kayıp zamanın izini sürmektir. Öte yandan Miller, hayatı ve romanı birlikte yazar. Proust hatırlamanın tanrısı, Miller ise havarisidir.
March 26,2025
... Show More
3,5 *

Metade excelente; a outra metade entediante de repetitiva, exibicionista e fantasiosa.
Contudo, um clássico que deve ser lido.
March 26,2025
... Show More
A little Henry Miller in the summertime in New York always makes for great fun. Typical, not as good as Cancer, Capricorn or Black Spring, but it's all in the same vein and all very enjoyable. Henry spewing about his women, his friends, and mostly himself. The 30's New York City milieu alone makes it worth the time.
March 26,2025
... Show More
Honestamente, la primera vez que lo lees lo que más te entusiasma y atrapa en la lectura es el sexo y como lo narra. Lleno de pasión, desinhibido y explicito. Cómo habla de la mujer y del amor es atrapante y te hace obsesionarte con él esperando a que diga o haga algo más. Te hace odiarlo porque es egocéntrico, pero a la vez te encanta y te atrae con su libertad sexual.
También, hace reflexiones y observaciones muy interesantes (sobre las mujeres, el proceso de escribir, sobre quienes no tienen vocación por su trabajo, sobre la amistad, el dinero, el amor, el desamor y su transformación). Por supuesto, mis reflexiones favoritas son sobre las relaciones entre hombres y mujeres más que nada cuando solo conversan y es obvio que sus cuerpos comunican lo opuesto a lo que expresan “La conversación es sólo un pretexto, para otras formas más sutiles de comunicación.” Además cuándo habla de Mara/ Mona por momentos expresa una desesperación muy atrapante con la que te podes identificar “Cómo odiamos admitir que nada nos gusta más que ser esclavos. Esclavos y amos al mismo tiempo. Porque aún en el amor el esclavo es siempre el amo disfrazado.”
Es un libro que se podría releer varias veces y siempre entenderlo de manera distinta.
March 26,2025
... Show More
Para empezar, diré lo evidente: Sexus tiene mucho sexo. Hay muchas opiniones de que es inverosímil y que Henry Miller se pinta a sí mismo como un dandy. La verdad no creo que sea inverosímil ni creo que sea un dandy: me parece una persona normal en un mundo normal. El mundo normal está lleno de gente excéntrica y divertida, gente trastornada golpeada de miedos y prejuicios. Hay tipos que ven el psicoanálisis como una religión, más cosa de fe que de ciencia comprobada. Hay pintores que, no por eruditos, dejan de ser completos imbéciles. Hay escritores grandes, enormes, potentes, que quedan reducidos a perros cuando se enamoran (una canción de los Stooges pasa mi mente.)
Lo que sí puedo decir es que Henry Miller escribe con mucha testosterona, ¿eso lo convierte en un machista? Depende de a quién le preguntes. Yo creo que es sano que queden espacios, como una barbería antigua, donde un hombre puede ser un hombre. Eso no impide, aclaro, que una mujer pueda leerlo y disfrutarlo, así como algunos hombres disfrutan de leer novelas repletas de estrógeno. Ni una cosa ni la otra está mal. Vivimos en un mundo (todavía) donde uno puede elegir lo que le atrae leer.
A mí me parece que leer a Henry Miller es como charlar con un amigo. De hecho, las conversaciones que tiene suelen ser muy similares a conversaciones que yo he tenido con amigos pintores o músicos, con filósofos ni se diga; y en las conversaciones que uno tiene con amigos a veces salen tremendas barbaridades. Estupideces que nos decimos para hacernos reír mutuamente y de las cuales después nos arrepentimos y que, de todas maneras, nunca pasaron de ser teóricas. Por lo mismo, pienso que lo ideal es marinar la lectura con unas cervezas. Es algo digno de disfrutar.
Yo he leído Trópico de Capricornio, que es la primera novela en donde marqué capítulos completos porque considero que los capítulos completos son perfectos. También he leído Trópico de cáncer y ahora Sexus. Si uno pone cuidado muchos nombres suelen repetirse en sus novelas, tanto los amigos como las chicas son personajes que lo acompañan toda su vida. En Sexus con quien tiene más sexo es con su esposa, ¿qué hay de inverosímil en ello? Tiene amigos extraños ¿qué hay de inverosímil en ello? Uno de mis amigos, es hijo de un pastor evangélico y él, mi amigo, se cree la reencarnación de Krishna, y yo soy de un pueblo de 30 mil habitantes, no de Nueva York.
Lo último que se le reclama a Henry es que mezcle mucho sexo con mucha filosofía, que de escenas eróticas se vaya a densos monólogos introspectivos, ¿qué les digo? Eso es lo que más amo en la vida.
March 26,2025
... Show More
This is such a difficult book to write about because it's so expansive and so forthright in its world view. This is my first foray into Henry Miller and lets just say that it has truly altered my perceptions, and affected my world view. Miller is a nutjob, and often times you can't help but loathe his actions and are revolted by his way of thinking, but this is where he succeeds and makes his strongest victories. Miller's writing is the most confessional personal essay one can imagine. He never shies away from telling us of his more devious visions in order to create a more likeable personality for himself. He strips himself bare and includes his most bizarre sexual and primal impulses. Obviously there is a strong emphasis on the book's sexual proclivities as it was a pivotal moment in the deconstruction of our country's censorship laws, but Miller (I believe) is not trying to be overtly graphic in his sex writing merely to shock people so he can sell more books. In my opinion he includes the sex scenes in all their detailed glory because he wants to give them as much space in his writing as they exist in his world. Sex is a huge part of most people's lives, be it actually having sex or merely thinking about it. Miller was an especially amorous person, so a book about his life is going to contain a lot of sexual writing. Is this a sensational way to write a book? Damn right. But the beauty of Miller is that he couldn't give two shits. He is driven and unrepentant of any of his beliefs. He wasn't trying to start a revolution here, he was just writing the only way he could. And controversial subject matter aside, it's just worth reading for the poetic style of his prose which contains some of the most aesthetically beautiful sentences, forget content, that I have ever read. There are times I would read paragraphs out loud to myself just to hear the way they sounded coming off my tongue. So yeah, I like Henry Miller. He has won me over as a convert and I'm very excited to delve deeper into his other writings.
March 26,2025
... Show More
Just as I was about to brush this one off as a collection of autobiographical notes of a sociopath, he writes something that softens me. I still haven't completely figured him out yet as a character. But one sure thing I know is that I despise him with a passion.
There are so many instances of racist slur, misogyny, vulgarity and violence without purpose, objectification of women and gratuitous hate that you'd think it impossible to also find whole pages of pure uplifting hope, beauty and odes to other cultures. But against all odds, they do weirdly coexist.

However, on a large scale, the book is pure trash. Garbage story, garbage characters, totally unrealistic characters that exist for the sole purpose of highlighting some key traits in the main protagonist, and overall a pretty pointless piece of writing. It's true that Miller has a beautiful way with words when he makes an effort at it, but on the course of this book, he hardly ever tries. It is worth it only for the few hidden gems that truly evoke uplifting emotion (it's quite an effort to find them in the midst of all that babbling), but only for very shortly. The longest of these gems is 2 pages long, and most are a paragraph or two - out of a 500-page book! Worth it? - Hardly.

Oh, and btw, it's not even about sex. So you can drop the curiosity. It's about the sad, long daily life of a self-absorbed, divorced, psychotic middle-aged alcoholic failure.
So there you go.
Leave a Review
You must be logged in to rate and post a review. Register an account to get started.