...
Show More
Retoriğin ilgi alanı sözler ise, sözlere başvurularak icra edilen tüm sanatların üstünde tutulabilir mi?
Bunun ayrımını yapabilmek için retoriği, düşünsel ve pratik diğer sanatlardan ayırmak için Gorgias, retoriğin bir ikna sanatı olduğunu dile getirir. Hekimin sanatının sağladığı sanata, beden eğitmeninin sağladığı güzelliğe, sarrafın sağladığı zenginliğe retorik tek başına ulaşamaz, ama ona ulaşanları kendine ve topluma hizmet etmeye ikna edebilir. Gorgias’ın kabul ettiği retorik hiyerarşisinde, tüm sanatlar bir şekilde retoriğin ikna edici gücünü uygulamakta, ancak retorik, doğru ve yanlışın ayrımında asıl sanatını konuşturmaktadır. Retoriği kullanan kişi de, gücünün getirdiği sorumluluğa ölçüyle yaklaşmalı, silahını sadece kenti savunmak için kullanacak bir asker gibi, sanatını doğru amaçlara yönelik kullanmalıdır. Sokrates, retoriğin doğru kullanılması üzerine bu konuşma ile en başta yapılan tanım arasında bir çelişkiyi ele almak ister, eğer retorik bir ikna edici sanat ise, ve gücünü bilgiden değil, inançtan alıyorsa; inanca bilgiden daha yatkın bir topluluk karşısında sağlık hakkında yapılacak bir konuşmada, hatibi hekimden daha ikna edici kılacak kadar tehlikelidir. Bir diğer açıdan, konular hakkında yeterli bilgiye sahip izleyiciler söz konusu olduğunda, retoriğin hünerini sergileyebileceği bir alan kalır mı?
“Öyleyse hatip ikna etmekte hekimden daha becerikliyse, bilgisizler önünde konuşan bilgisiz de bilgiliden daha beceriklidir, ikna etmekte.” 459b
Sokrates bu noktada retoriği bir sanat olarak görmemesinin düşünsel temellerini sunmuştur; iyiyi ve doğruyu değil, hoşa gideni ve genel kabul göreni arayan bir görenektir o, arayışındaki safsata düzeyi onu çirkin kılar. Sonucunda akla, adalete ve doğruya yatkın olmayan iknaların kimseye genel bir yararı olabilir mi? Hitabetin verdiği güç ile doğruları aşmanın sağlayacağı anlık haz ve neşe, bu gücü elinde tutanların işine yarar gözükse de, bu sadece bir fantazmadan ibarettir Platon için; nasıl akıldan yoksun biri kendini daha iyi bir hale sevk edecek iyi ve kötüyü ayırt edemez ise, halkını kandıran bir tiran ve çevresindeki hatipler, akla dayanmayan eylemleri ile dünyevi bir hazlar silsilesinden öteye gidemezler. (Gorgias diyalogu içerisinde bu Sokratik temellendirmeyi açıklama yolu yine Sokrates’in ana felsesine, kendini tanımaya yönelmekte. Philebos, Alkibiades, Protagoras’ta da politik güç veya başka şekilde gelebilecek hazların arayışına karşı olmamakla beraber, çıkış noktasının hazzın kendisi değil, kendini tanımakla başlayacak bir bilgi yolculuğu olduğunu savunacaktır – Ne istediğini bilmeyen, hoşuna gideni yapıyor diye, istediği şeyi yapıyor olmaz)
“Erkek ya da kadın, her kim ki dürüsttür, o mutludur; her kim ki doğru yoldan ayrılmış ve kötüdür, o mutsuzdur bence” 470e
Platon’un, dolayısıyla Sokrates’in, retoriği bir sanattan ziyade safsatacılık, dalkavukluk olarak görmesinin altında yatan ana sebep burada hoş ve iyi olanın Platonik yaklaşım nezdindeki ayrımında yatmaktadır. Platon retoriği, diyalektiğin karşısına koyacak, gerçek ve iyi olana dair bir arayıştan ziyade, gerçeğin bir kopyası ve hoş olana dair arayışı temsil ettiği savunulacaktır. Hoş ve iyi arasındaki bu ayrımın mutabakatı için diyalog Sokrates ve Polos arasında devam eder.
Burada retoriğin ikna edici gücünün, bizi beşeri sanat ve eylemlerde daha güçlü bir konuma eriştirmesi nedeniyle, onu doğru kullanan insanın mutluluğuna hizmet ettiğine karşı çıkılacaktır. Retoriğin gücüne başvurularak manipüle edilen gerçekler dünyevi ve bedensel bir hoşluk hali sağlasa da, burada yargıçları ikna eden bir suçlu yasanın kendisini, halkı ikna eden bir tiran da adaletin kendisini manipüle etmekte, kendisini ve başkalarını iyi kılacak olgulara zarar vererek bir ruhsal mutsuzluğa sürüklemektedir kendilerini. Aynı Dostoyevski’nin Raskolnikov’unda da gördüğümüz gibi, yasalar tarafından belirlenmiş cezasından kaçtığımız suçlarımız, ruhumuzun peşini asla bırakmayacaktır Sokrates’e göre.
“Suç işleyen ya da suçluluk duygusunu içinde taşıyan bir insan, her zaman mutsuzdur.” 472e
Yine Kriton’da da görüldüğü üzere Sokrates buradaki sözlerinden yaşamının son gününde de dönmeyecektir zira, nasıl kent onu haksız yere ölüme mahkum ettiyse de, haksızlık eden olmaktansa, haksızlık edilen olmayı yeğleyecektir. Kendisine hücresinin muhafaza edilmeyen açık kapısını gösteren Kriton’a, ‘varlığını borçlu olduğu yasalara bu haksızlığı yapmayacağını’ söylediği gibi, bu ahlaki duruş bedenini ölüme götürecek olsa da, ruhu ve ondan sonra yaşayacak toplum için en doğrusu bu haksızlığı kabullenmek olacaktır.
Diyalogda Gorgias ve Polos’dan sonra konuşmaya katılacak Kallikles, sanırım bütün Platonik diyaloglar arasında Sokrates’in yöntemlerine en agresif direnci gösteren, bu nedenle Gorgias’ı da Platon’un komedi değeri en yüksek eseri haline getiren karakterdir. Kallias, Sokrates’in bu ahlakçı ve uygarlığın devamlılığına dair yaklaşımın karşısına doğa yasalarını ve doğuştan güçlü konumda olanın (doğal halde bedensel, medeni toplumda aristokrat) diğerleri üzerinde hakimiyetini koyacaktır. Sokrates medeniyetin varlığının bu doğal güçleri dengelemekle yükümlü olduğunu açıklayabilmek için büyük çabalara girmek zorunda kalır. Platon’un çizdiği Kallikles’in ortalama bir kast savunucusu 21. Yüzyıl insanını temsil etmediğini söylemek oldukça zor.
Diyalog bu şekilde retoriğin diyalektik ile ayrımı, bir sanat olarak Platon’un ruh hiyerarşisindeki konumu, yasalar ve kent yönetimindeki gücü üzerinden retoriği çeşitli yönlerden değerlendirmiş olur. Sokrates, konuşmasının sonunda bir kez daha Apoloia’da değişmediği konumda görülür;
“Atinalılar, sizi sayar severim, ancak size değil, tanrıya itaat edeceğim.” (Sokrates’in Savunması, 17)
Phaidros’ta Platon doğruluğa ve erdemlerin özüne en yakın ruhların tanrılara en yakın ruhlar olduğunu dile getirmişti, onların at arabaları, Zeus’un ve diğer tanrıların at arabalarının ulaştığı yüksekliklere en rahat ulaşabilenlerdi. Burada itaat edilen tanrılardan kasıt, onların insanlığın yarattığı, tanrısal olanların kopyası olan beşeri yasaların ve geleneklerin üstünde olan doğrulardır daha çok. Bizler retorik gibi yöntemlere başvurarak ancak kendimizi ve çevremizi kandırırız ona göre, bu sadece bizi mutsuz etmekle kalmaz, doğruya ulaşma çabamızı da köreltir. Rousseau bile ideal bir devlet yönetiminin sadece tanrılarda olabileceğini söylecekti, belki de konu devlet yönetimi ve yasalar olunca Platon’un diyalogu, bedenlerin öldükten sonra karşılaşacağı tanrısal bir yargılanma mitine dayandırarak kapatması bu yaklaşıma hizmet etmiştir, kim bilir.
Bunun ayrımını yapabilmek için retoriği, düşünsel ve pratik diğer sanatlardan ayırmak için Gorgias, retoriğin bir ikna sanatı olduğunu dile getirir. Hekimin sanatının sağladığı sanata, beden eğitmeninin sağladığı güzelliğe, sarrafın sağladığı zenginliğe retorik tek başına ulaşamaz, ama ona ulaşanları kendine ve topluma hizmet etmeye ikna edebilir. Gorgias’ın kabul ettiği retorik hiyerarşisinde, tüm sanatlar bir şekilde retoriğin ikna edici gücünü uygulamakta, ancak retorik, doğru ve yanlışın ayrımında asıl sanatını konuşturmaktadır. Retoriği kullanan kişi de, gücünün getirdiği sorumluluğa ölçüyle yaklaşmalı, silahını sadece kenti savunmak için kullanacak bir asker gibi, sanatını doğru amaçlara yönelik kullanmalıdır. Sokrates, retoriğin doğru kullanılması üzerine bu konuşma ile en başta yapılan tanım arasında bir çelişkiyi ele almak ister, eğer retorik bir ikna edici sanat ise, ve gücünü bilgiden değil, inançtan alıyorsa; inanca bilgiden daha yatkın bir topluluk karşısında sağlık hakkında yapılacak bir konuşmada, hatibi hekimden daha ikna edici kılacak kadar tehlikelidir. Bir diğer açıdan, konular hakkında yeterli bilgiye sahip izleyiciler söz konusu olduğunda, retoriğin hünerini sergileyebileceği bir alan kalır mı?
“Öyleyse hatip ikna etmekte hekimden daha becerikliyse, bilgisizler önünde konuşan bilgisiz de bilgiliden daha beceriklidir, ikna etmekte.” 459b
Sokrates bu noktada retoriği bir sanat olarak görmemesinin düşünsel temellerini sunmuştur; iyiyi ve doğruyu değil, hoşa gideni ve genel kabul göreni arayan bir görenektir o, arayışındaki safsata düzeyi onu çirkin kılar. Sonucunda akla, adalete ve doğruya yatkın olmayan iknaların kimseye genel bir yararı olabilir mi? Hitabetin verdiği güç ile doğruları aşmanın sağlayacağı anlık haz ve neşe, bu gücü elinde tutanların işine yarar gözükse de, bu sadece bir fantazmadan ibarettir Platon için; nasıl akıldan yoksun biri kendini daha iyi bir hale sevk edecek iyi ve kötüyü ayırt edemez ise, halkını kandıran bir tiran ve çevresindeki hatipler, akla dayanmayan eylemleri ile dünyevi bir hazlar silsilesinden öteye gidemezler. (Gorgias diyalogu içerisinde bu Sokratik temellendirmeyi açıklama yolu yine Sokrates’in ana felsesine, kendini tanımaya yönelmekte. Philebos, Alkibiades, Protagoras’ta da politik güç veya başka şekilde gelebilecek hazların arayışına karşı olmamakla beraber, çıkış noktasının hazzın kendisi değil, kendini tanımakla başlayacak bir bilgi yolculuğu olduğunu savunacaktır – Ne istediğini bilmeyen, hoşuna gideni yapıyor diye, istediği şeyi yapıyor olmaz)
“Erkek ya da kadın, her kim ki dürüsttür, o mutludur; her kim ki doğru yoldan ayrılmış ve kötüdür, o mutsuzdur bence” 470e
Platon’un, dolayısıyla Sokrates’in, retoriği bir sanattan ziyade safsatacılık, dalkavukluk olarak görmesinin altında yatan ana sebep burada hoş ve iyi olanın Platonik yaklaşım nezdindeki ayrımında yatmaktadır. Platon retoriği, diyalektiğin karşısına koyacak, gerçek ve iyi olana dair bir arayıştan ziyade, gerçeğin bir kopyası ve hoş olana dair arayışı temsil ettiği savunulacaktır. Hoş ve iyi arasındaki bu ayrımın mutabakatı için diyalog Sokrates ve Polos arasında devam eder.
Burada retoriğin ikna edici gücünün, bizi beşeri sanat ve eylemlerde daha güçlü bir konuma eriştirmesi nedeniyle, onu doğru kullanan insanın mutluluğuna hizmet ettiğine karşı çıkılacaktır. Retoriğin gücüne başvurularak manipüle edilen gerçekler dünyevi ve bedensel bir hoşluk hali sağlasa da, burada yargıçları ikna eden bir suçlu yasanın kendisini, halkı ikna eden bir tiran da adaletin kendisini manipüle etmekte, kendisini ve başkalarını iyi kılacak olgulara zarar vererek bir ruhsal mutsuzluğa sürüklemektedir kendilerini. Aynı Dostoyevski’nin Raskolnikov’unda da gördüğümüz gibi, yasalar tarafından belirlenmiş cezasından kaçtığımız suçlarımız, ruhumuzun peşini asla bırakmayacaktır Sokrates’e göre.
“Suç işleyen ya da suçluluk duygusunu içinde taşıyan bir insan, her zaman mutsuzdur.” 472e
Yine Kriton’da da görüldüğü üzere Sokrates buradaki sözlerinden yaşamının son gününde de dönmeyecektir zira, nasıl kent onu haksız yere ölüme mahkum ettiyse de, haksızlık eden olmaktansa, haksızlık edilen olmayı yeğleyecektir. Kendisine hücresinin muhafaza edilmeyen açık kapısını gösteren Kriton’a, ‘varlığını borçlu olduğu yasalara bu haksızlığı yapmayacağını’ söylediği gibi, bu ahlaki duruş bedenini ölüme götürecek olsa da, ruhu ve ondan sonra yaşayacak toplum için en doğrusu bu haksızlığı kabullenmek olacaktır.
Diyalogda Gorgias ve Polos’dan sonra konuşmaya katılacak Kallikles, sanırım bütün Platonik diyaloglar arasında Sokrates’in yöntemlerine en agresif direnci gösteren, bu nedenle Gorgias’ı da Platon’un komedi değeri en yüksek eseri haline getiren karakterdir. Kallias, Sokrates’in bu ahlakçı ve uygarlığın devamlılığına dair yaklaşımın karşısına doğa yasalarını ve doğuştan güçlü konumda olanın (doğal halde bedensel, medeni toplumda aristokrat) diğerleri üzerinde hakimiyetini koyacaktır. Sokrates medeniyetin varlığının bu doğal güçleri dengelemekle yükümlü olduğunu açıklayabilmek için büyük çabalara girmek zorunda kalır. Platon’un çizdiği Kallikles’in ortalama bir kast savunucusu 21. Yüzyıl insanını temsil etmediğini söylemek oldukça zor.
Diyalog bu şekilde retoriğin diyalektik ile ayrımı, bir sanat olarak Platon’un ruh hiyerarşisindeki konumu, yasalar ve kent yönetimindeki gücü üzerinden retoriği çeşitli yönlerden değerlendirmiş olur. Sokrates, konuşmasının sonunda bir kez daha Apoloia’da değişmediği konumda görülür;
“Atinalılar, sizi sayar severim, ancak size değil, tanrıya itaat edeceğim.” (Sokrates’in Savunması, 17)
Phaidros’ta Platon doğruluğa ve erdemlerin özüne en yakın ruhların tanrılara en yakın ruhlar olduğunu dile getirmişti, onların at arabaları, Zeus’un ve diğer tanrıların at arabalarının ulaştığı yüksekliklere en rahat ulaşabilenlerdi. Burada itaat edilen tanrılardan kasıt, onların insanlığın yarattığı, tanrısal olanların kopyası olan beşeri yasaların ve geleneklerin üstünde olan doğrulardır daha çok. Bizler retorik gibi yöntemlere başvurarak ancak kendimizi ve çevremizi kandırırız ona göre, bu sadece bizi mutsuz etmekle kalmaz, doğruya ulaşma çabamızı da köreltir. Rousseau bile ideal bir devlet yönetiminin sadece tanrılarda olabileceğini söylecekti, belki de konu devlet yönetimi ve yasalar olunca Platon’un diyalogu, bedenlerin öldükten sonra karşılaşacağı tanrısal bir yargılanma mitine dayandırarak kapatması bu yaklaşıma hizmet etmiştir, kim bilir.