...
Show More
Orwell zekası ve keskin ifade yeteneğiyle beni büyülemeye devam ediyor.
Bu defa karşımızda para ve düzeni sorgulayan bir Gordon karakteri ama öyle kuru kuruya didaktik bir karakter değil. Dostoyevski'yi yakalayacak bir psikolojik yüklenme , İngiltere'nin keskin yoksulluk günlerinde sıradan görünen acaip akıcı bir hikayeyle birleşiyor.
Gordon Comstock, Dostoyevski reisin yeraltı adamının İngiltere'ye ve azıcık daha modernleşmiş topluma bir uyarlaması her şeyden önce. Alçalmak, tükenmek , sefalet içinde yaşamak istiyor ki bunun nedeni bu tercihin tersinin kendini satmak, düzenle uyuşmak ve kendisinden vazgeçmek olduğunu düşünüyor. Kendine sadakatsizlik etmemek için kendisine bağlanan ümitleri bile isteye tüketiyor. Bunları yaşayan adamda süper bir entelektüel zeka veya yaşam değeri beklerseniz yanılabilirsiniz çünkü aynı anda hayatın en bayağı zevklerine basit şeylere de düşkün.Neredeyse 90 sene önce Londra'nın göbeğinde anlatılmış o düşme anlarının duygusal gerçekliği insanı kalbinden yakalıyor.
Kitaba adını veren zambak türü çiçek (Aspidistra) sanırım hepimizin hayatımızı güzelleştirdiğini düşündüğümüz şeylerin aslında ne kadar bayağı olduğuna dair bir gönderme. İnsanlar aspidistralarını suluyorlar ancak kendi yaşamları 3-5 kuruş kovaladıkları, kişiliklerini ezdirdikleri ve değerlerinden ödün verdikleri yaşam düzeni içerisinde kuruyup gidiyor. Aspidistra yaşamaya devam ediyor ama bayağı ve gösterişsiz bir çiçek de olsa "çiçeğim var ya" duygusuyla insanların gözünü boyuyor.
Gordon karakteri "yeraltı adamı" nın devamı dedim ama sanırım Camus'nun Mösyö Mersault'unun Sartre'ın Mathieu Delarue'sinin ve varoluşçu/nihilist çizgide aklınıza getireceğiniz pek çok karakterin de öncülü. "Böyle olmamalı" dediğimiz finali de Trainspotting filminin/kitabının muhteşem "Choose the life" girişine ilham vermiş olabilir.Irvıne Welsh Orwell'den etkinlenmiş olabilir. Bakınız :
"Haftalarca akşamları eşya taşımışlardı. Böyle bir yerlerinin olması onlara muazzam bir serüven gibi geliyordu. İkisinin de eşyası olmamıştı o güne dek, çocukluklarından beri eşyalı evlerde oturmuşlardı. İçeri girer girmez, daireyi dolaştılar, her şeyin yerleştiğini ezbere bilmiyorlarmış gibi tek tek bakıp hayranlıklarını dile getirdiler. Her eşya karşısında saçma bir sevince gömüldüler. Temiz çarşaflı iki kişilik yatak, kaztüyü yorganla örtülüydü! Çarşaflar ve havlular çekmecelerdeydi! Yemek masası, dört sandalye, iki koltuk, divan, kitaplık, kırmızı Hint halısı, İskoç pazarından ucuza kapattıkları bakır kömür kovası! Hepsi onlarındı, her biri kendi mallarıydı – en azından taksitleri ödeyebildikleri sürece! "
Para, yoksulluk , kendini alçaltma üzerine kuruluymuş gibi görünen bu eser her okuyuşunuzda size farklı düşünsel pırlantalar verecek bir zenginliğe sahip. Ben de Orwell reisin kitapta geçen bir cümlesini beyaz yakalı temsilcisi olarak buraya uyarlayayım: Ruhumuzu öyle bir sattık ki kendimizin olduğunu bile unuttuk.
"Difficilis ascensus Averni..."
Bu defa karşımızda para ve düzeni sorgulayan bir Gordon karakteri ama öyle kuru kuruya didaktik bir karakter değil. Dostoyevski'yi yakalayacak bir psikolojik yüklenme , İngiltere'nin keskin yoksulluk günlerinde sıradan görünen acaip akıcı bir hikayeyle birleşiyor.
Gordon Comstock, Dostoyevski reisin yeraltı adamının İngiltere'ye ve azıcık daha modernleşmiş topluma bir uyarlaması her şeyden önce. Alçalmak, tükenmek , sefalet içinde yaşamak istiyor ki bunun nedeni bu tercihin tersinin kendini satmak, düzenle uyuşmak ve kendisinden vazgeçmek olduğunu düşünüyor. Kendine sadakatsizlik etmemek için kendisine bağlanan ümitleri bile isteye tüketiyor. Bunları yaşayan adamda süper bir entelektüel zeka veya yaşam değeri beklerseniz yanılabilirsiniz çünkü aynı anda hayatın en bayağı zevklerine basit şeylere de düşkün.Neredeyse 90 sene önce Londra'nın göbeğinde anlatılmış o düşme anlarının duygusal gerçekliği insanı kalbinden yakalıyor.
Kitaba adını veren zambak türü çiçek (Aspidistra) sanırım hepimizin hayatımızı güzelleştirdiğini düşündüğümüz şeylerin aslında ne kadar bayağı olduğuna dair bir gönderme. İnsanlar aspidistralarını suluyorlar ancak kendi yaşamları 3-5 kuruş kovaladıkları, kişiliklerini ezdirdikleri ve değerlerinden ödün verdikleri yaşam düzeni içerisinde kuruyup gidiyor. Aspidistra yaşamaya devam ediyor ama bayağı ve gösterişsiz bir çiçek de olsa "çiçeğim var ya" duygusuyla insanların gözünü boyuyor.
Gordon karakteri "yeraltı adamı" nın devamı dedim ama sanırım Camus'nun Mösyö Mersault'unun Sartre'ın Mathieu Delarue'sinin ve varoluşçu/nihilist çizgide aklınıza getireceğiniz pek çok karakterin de öncülü. "Böyle olmamalı" dediğimiz finali de Trainspotting filminin/kitabının muhteşem "Choose the life" girişine ilham vermiş olabilir.Irvıne Welsh Orwell'den etkinlenmiş olabilir. Bakınız :
"Haftalarca akşamları eşya taşımışlardı. Böyle bir yerlerinin olması onlara muazzam bir serüven gibi geliyordu. İkisinin de eşyası olmamıştı o güne dek, çocukluklarından beri eşyalı evlerde oturmuşlardı. İçeri girer girmez, daireyi dolaştılar, her şeyin yerleştiğini ezbere bilmiyorlarmış gibi tek tek bakıp hayranlıklarını dile getirdiler. Her eşya karşısında saçma bir sevince gömüldüler. Temiz çarşaflı iki kişilik yatak, kaztüyü yorganla örtülüydü! Çarşaflar ve havlular çekmecelerdeydi! Yemek masası, dört sandalye, iki koltuk, divan, kitaplık, kırmızı Hint halısı, İskoç pazarından ucuza kapattıkları bakır kömür kovası! Hepsi onlarındı, her biri kendi mallarıydı – en azından taksitleri ödeyebildikleri sürece! "
Para, yoksulluk , kendini alçaltma üzerine kuruluymuş gibi görünen bu eser her okuyuşunuzda size farklı düşünsel pırlantalar verecek bir zenginliğe sahip. Ben de Orwell reisin kitapta geçen bir cümlesini beyaz yakalı temsilcisi olarak buraya uyarlayayım: Ruhumuzu öyle bir sattık ki kendimizin olduğunu bile unuttuk.
"Difficilis ascensus Averni..."